Kamu gücü kullanma imkanına sahip devlet, tüm müdahalelerini piyasa işleyişini düzenleyici ve denetleyici biçimde gerçekleştirmekle yükümlüdür.
Özel mülkiyeti kutsayan kapitalist bir ekonomik modelde, kamusal mülkiyete sahip devletin ekonomik rolü ve sınırı ne olmalıdır? Bu soruya cevap üretmeye rekabet kavramından hareketle başlayalım. Rekabet, kaybedilerek kazanılacak bir oyun değildir. Her olgu aslında bir felsefi temele dayanmaktadır. Rekabetin felsefesi de kazan-kazan prensibine dayanmaktadır. Bu felsefenin özümsenmediği rekabet ilişkilerinin yaşandığı ortamlarda “kazanmak için her şey mübah” ilkelliği tüm süreci ve süreç sonundaki kazanımları belirlemektedir. Oysa kazan-kazan prensibi herkesin bir biçimde kazandığı, en azından kimsenin kaybetmediği, bir oyun oynanmasını mümkün kılmaktadır. En basitinden bir insanı kazanmanın yaratacağı iklimden başka insanlara ve ekonomik kazanımlara ulaşabilirsiniz. Bu yaklaşım atasözünde şu biçimde ifadesini bulmaktadır: “dost kazan dost, anan doğurur düşmanı”. Benzer biçimde zamanı iyi yönetebilirseniz zaman kazanır, kazandığınız zamanda yapacağınız işlerden de yeni ekonomik kazanımlar sağlarsınız. Kazan kazan prensibinde para kazanmak ana hedef değildir. Önemli olan para kazanmaya götürecek zemin ve imkanları kazanmaktır.
İçinde yaşadığımız kapitalist ekonomi modeli özel mülkiyeti esas almaktadır. Her türlü ekonomik, siyasi ve hukuk sistemi özel mülkiyetin korunması ve arttırılması amacına hizmet edecek biçimde planlanmıştır. Bu planlamanın ana hareket noktası adil rekabet ortamının sağlanmasıdır. Bu ortam ise ancak felsefi temelde tam rekabet koşullarında çalışan bir piyasanın kurulması ile mümkün olmaktadır. Ancak, piyasa aktörü olarak devlet güç kullanma imkanı açısından birey ve firmalardan ayrılmaktadır. Devletin, zorunlu finansman modeli olan vergilendirme yetkisine sahip olması ve bunu kullanması tam rekabet temelinde işleyen bir piyasa yapısının kurulmasını ve işletilmesini imkansız kılmaktadır.
Tam rekabeti esas alan serbest piyasa ekonomisi birinci en iyi ekonomi olarak kabul edildiği ve devletin ekonomik aktör olarak var olduğu gerçeği ikinci en iyi arayışını zorunlu kılmaktadır. İktisat teorisi birinci en iyi ekonominin tam rekabet koşullarında sağlanabileceğini kabul eder. Tam rekabetin sağlanamadığı koşullarda ekonomiye “piyasa koşullarında kalınarak yapılacak müdahalelerle” ikinci en iyiye ulaşılabileceğini kabul eder. Yani devletin ekonomik aktör olarak yer aldığı kapitalist sistemler ikinci en iyi ekonomiler olarak kabul edilmektedir.
Birinci en iyi ekonomiyi kapitalizmin “gerçekleşmesi mümkün olmaya hayali” olarak kabul ettiğimizde tüm ekonomik, siyasal, hukuksal ve sosyal ilişkiler yönelik kamusal müdahalelerin piyasa koşullarını hakim kılma amacına yönelik yapılması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu gereklilik tam da devletin ekonomideki rolünü ve müdahale sınırını belirlemektedir. Kimsenin kaybetmediği en az bir kişinin kazandığı, mümkünse herkesin kazandığı, bir oyun oynanmasını sağlamak devletin ekonomiye müdahalesinde asli yol haritası olmalıdır.
Kamu gücü kullanma imkanına sahip devlet, tüm müdahalelerini piyasa işleyişini düzenleyici ve denetleyici biçimde gerçekleştirmekle yükümlüdür. Devlet, düzenleyici ve denetleyici fonksiyonunu tüm ekonomik aktörlerin faaliyetlerini tam rekabet koşularında gerçekleştirmesini sağlayacak biçimde ifa etmelidir. Düzenleyici denetleyici devlet, birey-birey ve birey-firma ilişkilerinin kazan kazan ilkesine uygun biçimde gerçekleştirilmesini sağlayacaktır. Diğer taraftan birey-devlet ilişkilerinde de devlet toplumda hiçbir bireyin kaybetmediği en az bir bireyin kazandığı sonuç doğuracak müdahalelerde bulunmak zorundadır. Toplumu ekonomik açıdan kazanıma götürecek zemin ve imkanlar ancak bu sayede mümkün olabilir.
Kamusal müdahalelerin, hiçbir bireyin kaybetmediği en az bir bireyin kazandığı sonuç doğurabilmesi için devletin faaliyetlerini hukuk devleti ilkesine uygun biçimde gerçekleştirmesi ile sağlanabilecektir. Dolayısıyla devletin ekonomik rolü ve sınırı “kanun devleti” olmakla, “hukuk devleti” olmak arasındaki farkı gözeten yaklaşımla tanımlanması halinde ekonomik ve toplumsal ilişkilerde kaybedeni olmayan bir oyunun oynanması mümkün olacaktır.
23/01/2020 Bursa
Doç. Dr. Ufuk SELEN
Rekabet.net
Rekabet.net